20/02/2012
ERGENLERİN GELİŞİM PSİKOLOJİSİ
1. Bedensel ve Cinsel
2. Duygusal
3. Zihinsel
4. Toplumsal
BEDENSEL VE CİNSEL GELİŞİM:
Büyüme ve gelişme, döllenmeden başlayarak ergenlik dönemi sonuna kadar devam eder. Büyüme, boy uzaması ve ağırlık artışı gibi ölçülebilen değerlerle ilişkili iken; gelişme vücuttaki yapı ve işleyişlerin olgunlaşması sonucu bazı biyolojik işlevlerin kazanılmasını ifade eder.
Büyüme ve gelişmeyi etkileyen etmenler:
1.Kalıtımsal faktörler
2.Hormonlar: Tiroid hormonu gelişme ve olgunlaşmayı, n hipofizin büyüme hormonu boy uzamasını ve androjen ve östrojen de cinsel gelişimi etkiler.
3.Genel sağlık düzeyi ve beslenme
4.İklim ve coğrafi koşullar
A.BEDENSEL GELİŞİM:
Ergenlikte hızlı bir bedensel gelişim vardır. Özellikle boy ve kilo gelişimi tepe noktasına ulaşır. Kızlar için 10, erkekler için 12 yaşları buluğ veya buluğ öncesi bedensel farklılaşmaların başladığı yıllardır. Bu yaşlarda kız ve erkek çocuklarda iştah artışı olur. Kızlarda 11-14, erkeklerde 14-16 yaşlar büyümenin en hızlı olduğu yaşlardır. Bu yaşlardan sonra büyüme hızı yavaşlar. Buluğda 12-13 yaşlarındaki kızlar, aynı yaştaki erkeklere göre ortalama olarak daha uzun ve kiloca ağırken, 15 yaşlarından itibarenkızlarla erkeklerin boyca ve ağırlıkça farklılıkları erkeklerin lehine değişmeye başlar. Boy büyümesi kızlarda 16-18, erkeklerde 18-20 yaşları arasında durmaktadır. Kız ve erkeklerin kendi aralarında da büyüme ve gelişme açısından bireysel farklılıklar olabilir.Boy uzamasında genetik etmenler, beslenme ve spor gibi çevresel etmenler önem taşır. Karbonhidrat ağırlıklı beslenme boyun uzamasını ve sağlıklı gelişimi engellediği gibi, fazla kalsiyum da zararlıdır.
Ergende ağırlık artışı 3 alanda görülür:
1. Kemik gelişimi
2. Yağlanma
3. Kas gelişimi
Kemiklerin boyu uzar, sert kemik dokusu oluşur. Yağ dokusu hızlı gelişir. Bu yağ dokusu kızlarda kalçaların yuvarlaklaşmasını sağlar. Erkeklerde karın bölgesi ve ensede yağ dokusu birikir. Yağlanmaya bağlı olarak cilt sorunları (sivilce) ortaya çıkar. Yağlanma saçlarda da kendini gösterir ve saçlar kepeklenir.
Ergenlikte organlardaki büyüme ise ikiye ayrılarak incelenebilir:
1.Baştaki büyüme ergenlikte tamamlanır. Ergenlikte önce burun , üst dişler ve alt çene belirgin bir hal alır. Alın genişler, gözlerin arası açılır, elmacık kemikleri belirginleşir. Deri çocuksu yumuşaklığını kaybeder. Saçlar yüzdeki görüntüyü tamamlayan en önemli unsurdur. Kendi yüzü ve saçları ergenin başlıca lgi odağını oluşturur. Buluğ sürecindeki asimetrik yüz görünümü, baştaki organların gelişimlerini tamamlamasıyla sona erer.
2.Diğer organlardaki büyüme: Ergenlikte önce el ve ayaklar, daha sonra kollar ve en son bacaklar uzar. Bu farklı gelişim süreci orantısız bir beden görünümüne yol açabilir. Kas ve kemiklerdeki farklı hız ve zamanlardaki gelişim ergenin bedenini kontrol etmesini zorlaştırır, sakarlık eğilimi, kambur durma eğilimi görülebilir. Büyüme tamamlandığında vücudun görünüşü ve organların vücutla orantıları normale döner.
B.CİNSEL GELİŞİM
Kız ve erkeklerde buluğa girecekleri dönemden yaklaşık bir buçuk yıl önce cinsellikle ilgili değişimler başlar. Bu değişimler kızlarda 10, erkek çocuklarda 11-12 yaşlarında başlar. Karşı cinsle ve cinsel sembollerle ilgilenme, üreme özelliklerinin kazanılması, kadınsı ve erkeksi özellikler belirginleşir. Cinsel gelişme iki alanda gerçekleşir:
1.Birincil cinsel gelişmeler:
Kızlarda ergenliğe girerken görülen en önemli değişiklik adet kanamasıdır. Kız çocukları doğduklarında binlerce olgunlaşmamış yumurtayla dünyaya gelirler, ancak ilk adet kanamasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra bu yumurtalar olgunlaşarak, yumurtlama faaliyeti başlar. Türk kız çocuklarında ilk menstrüasyon yaşı ortalaması 12.4 olup, menarş (ilk ayhali) daima boy büyüme doruğu geçtikten sonra olmaktadır. Yine bu dönemde rahim, yumurtalıklar gibi cinsel organlar büyür.
Erkek çocukların üreme organlarındaki değişim 13-14 yaşlarında başlar. Bu dönemde erkek üreme organı (penis), erbezleri (testis) ve erbezi torbası büyür.Ergenlikte testisler sperm üretmeye başlar. Sperm, bir canlının oluşmasına olanak tanıyan tohumlardır.
Boşalma (ejekülasyon): İçinde spermin bulunduğu yapışkan sıvının dışarı atılmasıdır. İlk boşalma 12,5-14 yaşlarda görülür. Ani cinsel uyarımlar yaşanabilir.
Gece boşalmaları (rüyalanma): Uyku sırasında boşalma yaşanır. Rüyalardaki cinsel içeriğe bağlanır.
2.İkincil cinsel gelişmeler:
İki cinsi birbirinden ayıran, görünüş farklılıkları ortaya koyan ve iki cinsi birbirine çeken cinsiyet özellikleridir.
Beden yapısındaki değişimler: Kız çocuklarda omuzlar yuvarlaklaşır, göğüs ve kalçalarda deri altına toplanan yağ miktarının artmasıyla göğüs ve kalçalar büyür, meme uçları belirginleşir Erkek çocuklarda ise kol ve bacak kaslarında bir gelişme olur. Göğüs kafesi ve omuzlar genişler, vücut ve yüz erkeksi bir görünüm alır.
Ses değişimi: Kızlarda çocuk sesinden genç kız sesine geçiş olur. Erkeklerde ise kısıklaşma, çatallaşma ve kalınlaşma gibi değişimler gözlenir.Türk erkek çocuklarının ses kalınlaşmasının 13.4 yaşında olduğu bildirilmiştir.
Yüzdeki sivilcelerin artması: Derideki yağ bezlerinin fazla çalışması sonucu salgılan yağlar bez kanallarını tıkar ve yüzde siyah noktalar oluşturur.
Yüzde bıyık ve sakal çıkması: Önce bıyıklar belrgin hale gelir, sonra şakak kemikleri altında sakallar görülmeye başlar. Türk erkek çocuklarında yüz kıllanması 14.5 yaşında başlamaktadır.
Vücutta kıllanma: Ergenlik döneminin başlangıcındaki değişimlerden biri de hipofiz bezinin salgıları ile başlayan koltukaltı ve üreme bölgelerindeki kıllanmadır. Erkeklerde kıllanma ergenliğin sonlarına doğru göğse, bacaklara ve kollara yayılır.
Ter bezlerinin çalışmasının artması
Vücut kokusunun belirginleşmesi
Gırtlakta kıkırdaklaşma
CİNSİYET ROLÜ
Cinsiyet rolü kadın ve erkeğin nasıl düşüneceği ve hissedeceğini belirleyen ve kısmen çevre tarafından verilen bir roldür. Çoğu kültürde erkek ve kadın arasındaki farklılıklar, neleri yapıp neleri yapamayacakları oldukça açık biçimde belirlenmiştir. Bebekler daha doğmadan önce erkekler için mavi, kızlar için pembe renkli giysiler ve diğer özel eşyalarla ayrım başlar. Bu ayrım daha sonra saç biçiminde, giydikleri elbiselerde, kullandıkları aksesuarlarda ve oynadıkları oyuncaklarda olur. Bu farklılıklar bütün gelişme boyunca pekiştirilerek artırılır. Bir yandan da çocuk etrafındakileri gözlemleyerek onların cinsiyet rolleriyle özdeşim kurmaya başlar. Bu süreçte ebeveyn rolü çok önemlidir. Kız ve erkek çocuklara arkadaş seçimi, dışarıda geçirilecek zaman, sportif faaliyetler, hobiler ve giyim- kuşam gibi konularda farklı davranılmaktadır. Aileler belirli ödüller ve yasaklamalar kullanarak kızlarına daha kadınca, oğullarına da daha erkekçe davranmayı öğretmektedirler.
Aile dışında okul ve mahalledeki akranlar ve arkadaş grupları, basın yayın organları da ergenin cinsel davranış ve tutumlarının şekillenmesinde rol oynar. Ayrıca sosyokültürel değerlendirmeler ve öğrenmeler de önemlidir. Gelişmiş ülkelerdeki kadın ve erkekler, gelişmekte olan ülkelerdeki kadın ve erkeklere göre kendilerini birbirlerine daha çok benzer algılamaktadır.
KIZ-ERKEK ETKİLEŞİMİNDEKİ GELİŞMELER
Çocukluktan yetişkinliğe doğru kız-erkek arkadaşlığının belli bir seyir izlediği gözlenebilir. yeni doğmuş bebeklerin ilgileri daha çok kendilerine, yakın çevrelerindeki eşyalara ve annelerine yöneliktir. 7 yaşlarına kadar süren ilk çocukluk döneminde kız ve erkek çocuklar bir arada oynarlar, 8 yaşlarından sonra ise kızların ve erkeklerin oyun gruplarında bir ayrılma görülür. 10-11 yaşlarına doğru kızlardan erkek gruplarına yönelik bir zıtlaşma ve geçimsizlik görülebilir. Birbirlerine karşı gruplar oluştururlar ve bu durum kavga etmeye kadar varabilir.
Kızlar erkeklere göre iki yıl kadar önce buluğ dönemine girdiklerinden 11 yaşlarından sonra erkek çocukların ilgisini çekmeye çalışırlar. Buna karşılık 11-13 yaşlarındaki erkek çocuklar kızlara karşı kayıtsız görünürler, ancak 14 yaşlarından sonra kızların ilgisini çekmeye çalışırlar. Ortalama olarak 14-16 yaşları arasında erkekler yaşıtları olan kızlarla bir arada olmak isterler ve 16 yaşlarından sonra da kızlarla tek tek arkadaşlık etme isteği içinde olurlar.
Anne baba ve yakın çevrenin gençlik dönemi özellikleri hakkında bilgi sahibi olması, bu dönemin gençler için ne kadar önemli ve hassas bir geçiş devresi olduğunu bilmesi, gençlere karşı daha olumlu yaklaşmalarını sağlayacaktır. Çocukluk ve ergenlik yıllarındaki kız-erkek beraberliğinde yaşanan gelişim aşaması tamamen o çağa özgü, yaşlara bağlı ve bütün toplumlarda görülen bir özelliktir.
DUYGUSAL GELİŞİM
Ergenlik dönemindeki duygusal tepkilerde ortak özellikler vardır. Bununla birlikte her ergen faklı yaşlarda ve durumlarda farklı duygusal tekiler gösterebilir.Çocukluk dönemi ile ergenlik dönemi arasında duygusal yönden en belirgin fark çocuklar öfke, kızgınlık, sevinç gibi duygularını daha açık davranışlarla , daha doğrudan ve anında ifade ederken , ergenlikte duygular daha fazla maskelenip örtülür ve daha dolaylı yollardan ifade bulabilir.Genel olarak kızların erkeklerden daha önce duygusal olgunluğa eriştiği söylenebilir.
Ergenliğin başlarındaki büyümenin hızlı oluşu, biyolojik –cinsel gelişimi sağlayan hormonal salgılar buluğda ve onu izleyen yıllarda ergenin hem duygularında, hem de davranışlarında belirgin farklılıklara yol açar. Bunlar;
1.Duyguların yoğunluğunda artış:
Buluğdan başlayarak ergenin duygularının yoğunluğunda artma olur. Üzüntü, sevinç, öfke, korku gibi duygularını ifade ederken bu yoğunluk göze çarpar. Olumsuz duygular el, kol hareketleri, yüz ifadesi ve bağırma gibi sözlü ya da sözsüz davranışlarla dışa vurulurken, heyecan, coşku ve karşı cinse yönelik duygular şiir veya öykü yazma, hatıra defteri tutma aracılı ile ifade bulabilir.
2.Duygularda istikrarsızlık:
Ergenlerin hem duygusal durumlarının değişim hızı çabuktur, hem de duygularında istikrarsızlık vardır. Neşeli ve mutlu bir durumdayken, kısa süre sonra keyifsiz ve gergin bir ruh hali içine girebilir. Ya da aynı olaya bir gün ara ile çok farklı tepkiler gösterebilir.
3.Aşık Olma:
Ergenlikteki cinsel içerikli beğenme ve beğenilme arzusu bireye heyecan veren bir duygudur. Cinsler arasındaki yakınlaşma eğilimi, ergenliğin başlarında daha çok grup içinde bir arada olma isteği taşırken, sonraları karşı cinsden belirli bireylere yönelmiş romantik duygular ortaya çıkar.
4.Mahcubiyet ve Çekingenlik:
Buluğ öncesinden başlayan ve buluğda da devam eden çıplak görünmekten utanma ve mahçup olma ergenlerde oldukça yaygın bir durumdur. Organlardaki büyümenin farklı zamanlarda ve hızlarda olmasından dolayı ortaya çıkan orantısız vücut görünümünü saklamak ve kendilerini diğer meraklı gözlerden gizlemek ergen için önemlidir.
5.Aşırı Hayal Kurma:
Ergenlikteki biyolojik-cinsel, duygusal ve zihinsel gelişim ergenin aklından geçirdiklerinin yoğunluğunu ve niteliğini de etkiler. Ergenlerin hayalleri arzularının gerçekleşmesine, gelecekle ilgili tasarımlarına ve ençok da karşı cinse yöneliktir. Hayal etme yaratıcı düşünceyi besleyen en önemli itici güçtür. Ergenlikteki yoğunlu nedeni ile “Gündüz Rüyası” olarak adlandırılan hayaller o kadar yoğun olabilir ki ergen sınıfta ders dinlerken, yola yürürken hatta birisiyle konuşurken hayal kurmakta olabilir.
6.Tedirgin ve huzursuz olma:
Bu duygu ergenin karşı karşıya kaldığı stres uyaranlarının etkisine ve ergenin bunu algılayış biçimine göre değişebilir. Hızlı biyolojik- cinsel ve bedensel gelişimin yol açtığı değişimlere uyum çabası kadar, akranları ve erişkinlerle ilişkilerde yaşanan sorunlarda ergende huzursuzluğa yol açabilir.
7. Yalnız Kalma İsteği:
Buluğdaki kız ya da erkek zaman zaman başkalarından uzaklaşmak ve kendi kendine kalmak isteyebilir. Adeta hayatında olagelen değişimlerin bir muhasebesini yapmak, bunları gözden geçirmek ve duygularına alışmak için bir zamn ve mekana ihtiyacı vardır.
8. Çalışmaya Karşı İsteksizlik:
Ergenlerin bir miktar durgun ve atıl olduğu adeta hareket etmeye üşendiği zamanlar vardır. Çalışırken ya da oyun oynarken yorulur çalışmaya karşı daha isteksizdir. Vücut enerjisi adeta büyümeye harcanıyor gibidir.
9. Çabuk Heyecanlanma:
Ergen yeni bir durumla karşılaştığında heyecanlanıp korkabilir ve duyguların kontrolü henüz gelişmediği için yüzünde kızarma, terleme gibi tepkiler ortaya çıkabilir. Bu durumun kendisi de ergende kaygı ve korkuyu tetikleyebilen bir durumdur, zira ergen başkaları tarafından aciz, güvensiz ve korkak olarak algılanabileceğini düşünür ve böyle bir izlenim bırakmaktan üzüntü duyar.
10.Sevgi İhtiyacı:
Ergenlik dönemindeki bireyin duygusal durumunu belirleyen en önemli etken onun başkaları tarafından sevilme ihtiyacı ve başkalarına sevgi gösterebilme kapasitesidir. İlgi ve sevgi görme ihtiyacının karşılanmsı bireyin ruhsal bakımdan sağlıklı olabilmesi için ön koşuldur. Sevgi, şefkat ve ilgi görerek büyüyen çocuklar kendine güvenen, yaşama sevinci yüksek ve daha mutlu bireyler olup, başkalarına da sevgi gösterme ve başkalarından gelen sevgi mesajlarını alma konusunda da daha başarılıdırlar. Aynı şekilde Sevgi ve kabul görerek büyüyen ergenler dış dünyanın zorluklarıyla, dışlanan yeterince sevgi ve onay görmeden büyüyenlere göre daha iyi baş edebilmektedir.
Anne babaların çocuklarına olan sevgilerini açık bir biçimde ifade etmeleri ergenler için çok büyük bir güven kaynağıdır.Sevgiden yoksun büyüyen ergenler dikkatleri üzerine çekip, ilgi merkezi olmak için uyumsuz davranabilir veya isyankar biçimde hareket edebilirler.
11.Korku:
Korku tehlikeli bir durum veya nesneden kaçınma çabasıdır. İnsanın hayatını koruması ancak korku duygusuyla bir takım tehlikelerden sakınması ile mümkün olur. Doğuştan sahip olduğumuz korkular yüksek sesten korkma, boşluğa düşme korkusu gibi korkular iken karanlıktan, hayvalardan, yabancılardan korku duymada öğrenme ve şartlanma önemli rol oynar.
Ergenlikteki korku tepkileri çocukluktakilerle hemen hemen aynıdır. Bunlar üçe ayrılarak ele alınabilir.
1.Olay ve nesnelere karşı duyulan korkular: Kedi, köpek, yılan, garip sesler ya da yangın gibi
2.Genel korkular: Ölümden, hasta olmaktan, yoksulluktan, okul başarısızlığından, ya da gelecekten duyulan korkular
3.Sosyal ilişkilerden duyulan korkular:Yeni insanlarla tanışma, özellikle karşı cinsden tanımadığı akranlarının olduğu grupta olma, grup içinde konuşmak zorunda olma, bir grupta yalnız kalma gibi durumlar ergenlikte korku uyandırabilir.
Ergenlikteki korkular ergenin yaşına, zekasına, duygusal ve sosyal olgunluğuna, kendine olan güvenine bağlı olarak değişebilir.
12.Kaygı:
Kaygı nedeni tam olarak açıklanamayan tedirgin edici bir duyguya da mantıksız bir korku olarak tanımlanabilir. Korku ile kaygı arasındaki farklar;
1.Kaygının kaynağı çok belirli değilken korku belli bir nesne ya da durumla ilintilidir.
2.Korku kaygıdan daha şiddetli olarak hissedilir.
3. Korku daha kısa süreli iken, kaygı daha uzun sürer.
Kaygı durumluk ya da sürekli olabilir. Durumluk kaygı tehlikeli olarak algılanan durumlar öncesinde ya da olaylar sırasında ortaya çıkarken bazı insanlarda belirli bir olay ya da duruma bağlı olmadan yaşanan devamlı ve genel bir kaygı hali vardır ki bu durum nevrotik kaygı olarak da adlandırılır. Ergenlerde her iki türdeki kaygılar da görülür.Gelişim çağında bedence ve boyca hızlı büyüme, biyolojik-cinsel olgunlaşma sürecinde görülen değişimlere bağlı olarak yaşanan kaygılar durumsal kaygılara örnektir.
Sınav kaygısı da sıklıkla son çocukluk ve ergenlikte görülen, sınav öncesi, sınav sırasında ya da sonrasında ortaya çıkan sınavdaki muhtemel başarısızlıkla ilgili olumsuz dıuyg, düşünce ve davranışlarla karakterizedir. Sınav kaygısının öğrencinin değerlendirilmesine yönelik çoğu faaliyet sırasında ortaya çıktığı işaret edilmektedir. Öğretmenin grup içinde kendisine soru yönelttiğinde, sınıf içi tartışmalarda ya da sınıfta herhangibir şekilde konuşmak zorunda kaldığında bazı çocuk ve ergenlerin kaygılandığı gözlenmektedir.
Evde okul çalışmaları, ödevler ya da girecekleri sınavlarla ilgili olarak anne babanın yaşadığı endişenin de çocuklarda endişe yarattığı bilinmektedir.
Başarı veya sınav kaygısının bir miktar olmasının öğrenciyi çalışmaya güdüleyici, rekabet ve yarışmacılığı teşvik eden yararı olduğu düşünülmektedir. Ancak kaygı düzeyi yükseldikçe bunun öğrencinin başarısını olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Ayrıca düşük ve yüksek sınav kaygılı çocuklar okul başarıları açısından karşılaştırıldığında, sınav kaygısı düşük olan çocukların okul başarılarının daha yüksek olduğu bulunmuştur.
13.Üzüntü ve Hayal Kırıklığı:
Ergende üzüntü ve kırıklık yaratan durumlar çok çeşitlidir. Karşı cins tarafından beğenilmeme, duygusal ilişkilerde hayal kırıklığına uğrama, arkadaşları arasında kabul görmeme, reddedilme ergenlerde üzüntü doğurur. Ekonomik seviyesi ortanın altında olan ergenler daha üst gelir grubundaki akranları tarafından giyim tarzları, ilgilerindeki farklılıklar ve para harcama alışkanlıkları bakımından dışlanabilir veya daha az benimsenebilirler. Anne babaların eğitim düzeyleri, meslekleri, ailelerin statüleri arasındaki farklılıklar da ayrışmaya yol açabilir.
Ergenlere üzüntü veren ve onları kıran bir diğer durum da anne-baba ya da öğretmenleri tarafından, özellikle de arkadaşları arasında eleştirilmeleri ve azarlanmalarıdır.
14.Ağlama:
Ağlamaya sebep olan uyaran, ağlama biçimi, ağlamaya eşlik eden sözler ve ifadeler çocukluktan getirilen ağlama ile ilgili alışkanlıklara , cinsiyete o kültürde ağlama ile ilgili verilen kabullere göre değişir. Erkek ergenlerin ağlamaları çoğu kültürde teşvik görmediği için kızlar ağlamada daha serbest davranabilir. Çocukluktan ergenliğe geçişte ağlamaların sıklığında azalma olur ve nedenleri de değişir. Ağlama üzüntü duyguları kadar öfke, kızgınlık duygularının dışa vurumu da olabilir.
15.Öfke ve Kızgınlık:
Çocuklukta öfke ve kızgınlık duygusunu yaratan durum ve olaylarla, bu duyguların dışa vurumu anne-baba ve ailedeki diğer yetişkinlerin taklit edilmesi ile öğrenilir.Öfke ve kızgınlığın her durumda dışa vurulmasının uygun bir davranış olmadığı da yine aile ve yakın çevrenin etkisi ile çocuğa ve ergene kazandırılır. Türk kültüründe erkeklerin öfke ve kızgınlık duygularını saldırganca söz ve hareketlerle dışa vurması kızlara göre daha çok teşvik görmektedir.
Ergenin anne ve babası ile olan ilişkilerinde bağımsızlık isteklerinin engellenmesi, baskıcı-otoriter davranılması, evdeki yasaklar ve kısıtlamalar, gururunu inciten durumlar, kısaca engellenme yaratan durumlar kızgınlık ve öfkeye sebep olur.
Bazen ergenin öfkeyi doğuran kişi ile olan ilişkisi veya bulunduğu çevre koşulları nedeniyle öfkesini gizlemek ve ertelemek durumunda kalabilirler.Bazı ergenler dışardan sakin görünmelerine rağmen çok gergin ve hırçın bir iç dünyaları olabilir. Bu durumda öfke ve gerginlik duyguları ya kendilerine yöneltecekler ya da kendilerini daha güçlü hissettikleri ortamlarda daha güçsüz algıladıkları kişilere yönelteceklerdir.
16.Bağırma:
Kızgınlık ve öfkenin sözle ifadesi küçük yaşlardan itibaren gözlenen bir davranış biçimidir. Öfkeyi ifade için kullanılan dilde öfkeli, kızgın, yüksek tonda söylenmiş sözler vardır ya da dil iğneleyici ve alaycı bir ifade taşımaktadır. Bazen bu durum bir kişilik örüntüsünün yansıması da olabilir.
17.Küfretme:
Küçüklükten itibaren küfür öfkenin dışa vurumunda kullanılan bir araçtır. Çocuklar söyledikleri küfürlerin ne anlama geldiğini bilmeseler de öğrendikleri küfürleri tekrarlarlar. Ergenlikte küfretme davranışı daha yaygınlaşır. Yetiştiriliş biçimleri ve toplumsal baskı nedeniyle kızlar küfürü çok daha az kullanırlar. Hatta bazı kültürel çevrelerde küfretmek adeta erkeksi bir davranış biçimi olarak algılanabilir.
Ailede küfretmeye karşı takınılan tutumlar, akran grubunun ve çevrenin küfürü kullanma sıklığı ergenini bu şekilde konuşmasını etkilemektedir.
18.Saldırganlık:
Öfke ve kızgınlığın ifade edilişi tokatlama, yumruk ve tekme atma, itme, sarsma, ısırma, çimdikleme gibi el, kol, bacaklar ve vücudun diğer organlarını kullanarak yapılan hareketlerin şiddeti, ayrıca zarar vermek amacı ile bir sopa ya da benzeri bir aracın kullanılıp kullanılmadığı saldırganlığın derecesini belirler.
Ergenin yaşadığı kültürün bu çeşit davranışı deneyenlere karşı tutumu, anne-babanın baskıcı ya da aşırı otoriter tutumları, aile içi şiddetin varlığı, ergenin bastırılmış duygularının yoğunluğu, model aldığı kişi ve çevrelerin benzer davranışları dışa vurma sıklığı, ergenin cinsiyeti saldırgan tutumların ortaya çıkışında belirleyici etmenlerdir.
3.SOSYAL GELİŞİM
Çocuğun doğumundan itibaren büyüme süreçleriyle birlikte farklı sosyal ve psikolojik ihtiyaçları ortaya çıkar. Türünden olanlarla bir arada olma ihtiyacı en alt seviyedeki canlılarda bile görülür. İnsanlar da diğer insanlarla bir arada yaşama ve çevreleri ile uyum içinde olma ihtiyacındadırlar. Bu bağlamda sosyal gelişme kişinin içinde yaşadığı toplum tarafından kabul edilebilir biçimde davranmayı öğrenme sürecidir. Bebek kendisinin merkez olduğu bir anlayıştan kurtulup, uyumlu bir yetişkin olmaya doğru ilerler.
Anne-baba ve diğer yetişkinlerin duygularını dışa vurma biçimleri ve davranışları bebeğin duygusal gelişimini ve temel güven duygusunun oluşumunu belirler. Çocuklar çevresindeki insanları, özellikle de anne-babayı gözler ve onları örnek alır. Bu bağlamda çocuğun diğer insanlarla olan ilişkilerinin nasıl olacağı, çocuğun hayatının ilk yıllarındaki öğrenmelerine bağlıdır. Anne baba tarafından gösterilen sevgi, şefkat, yakınlık, dengeli bir bakım ve beslenme çocuğun temel güven duygusunun gelişimini sağlar, bu yıllarda çocuğun anne ve baba ile ilişkilerinde sıcak, hoş ve olumlu izlenimler varsa başkalarıyla da benzer biçimde davranacaktır. Çocuğun bu ilk ilişkiler olumsuzsa, çocuk bu ilişkilerinde sevilmemiş, reddedilmiş ya da itilmişse bu tür sosyal ilişkileri tekrarlamak istemeyecektir. Zira olumlu, mutlu sosyal deneyimler çocuğu tekrarlamaya teşvik eder.
Çocuğun sosyal gelişiminde doğrusal bir süreç izlenmeyebilir. Hızlı bir gelişmenin ardından duraklama süreçleri görülebilir. Bu durumun annebaba ve öğretmen tarafından bilinmesi ve cesaret kırıcı olarak algılanmaması önemlidir.
Çocuğun tek çocuk, ilk, ortanca ya da küçük oluşu, kardeş sayısı, cinsiyeti, ailenin büyüklüğü, ailenin katıldığı sosyal deneyimlerin nitelik ve niceliği, eve konuk gelişi, konukların ağırlanma biçimi, ebeveynin evdeki çocuklardan konuklara karşı takınmasını istediği tutum, ailenin, sosyal, ekonomik ve kültürel düzeyi çocuğun sosyalleşmesini etkileyen etmenlerdir. Aralarında çok yaş farkı olan kardeşi olma, hep aynı cinsiyetten kardeşe sahip olma sosyalleşmeyi güçleştirebilir.
Çocuk ve ergenler anne ve babaları tarafından sosyalleştirilirken anne, babalar da çocuklarından etkilenirler. Bu karşılıklı sosyalleşme süreci çocuk ile anne baba etkileşimi devam ettikçe yaşanır. Ailede anne-babalık rolleri, evliliğe dair tutumlar ve ergen tavırları da aile içi etkileşimler yoluyla belirlenirler.
Anne-babanın çocuk yetiştirme tutumu, çocuğun sosyalleşmesini etkileyen bir diğer etmendir. Anne-babanın demokratik- eşitlikçi davranması, baskıcı ve otoriter olması ya da aşırı koruyucu ve müdaheleci davranması da çocukların farklı sosyal tutumlar geliştirmelerine yol açar.
Sosyal olma hayatın ilk yıllarından itibaren öğrenilebilen bir özellik olmakla birlikte kişilik özellikleri ile sosyal uyum arasında da önemli bir ilişki vardır.
Ergenin aile ile ilişkileri:
İnsan toplumlarının temel bir kurumu olarak evrensel bir nitelik taşıyan aileyi bireylerin karşılıklı hak ve sorumluluklarla birbirine bağlı olduğu ve ortak amaçlar çevresinde birleşmiş insanlardan oluşan bir birlik olarak tanımlayabiliriz. Ailenin en önemli işlevlerinden biri çocukların temel bakım, korunma, gelişme ve eğitimlerinin sağlanmasıdır. Birçok araştırmacı ailenin çocuğun sağlıklı bir ruhsal ve bedensel gelişim göstermesini sağlayan temel yapı olduğunu düşünmektedir. Bu bağlamda çocuğun büyüme süreçlerinin farklı evreleri “yeni doğan” “ okul öncesi” “okul çağı” “ergenlik çağı” “gençlik” “genç yetişkinlik ” gibi aileye de farklı görev ve sorumluluklar yükler. Ve yine her evre farklı ihtiyaçları, farklı beklentileri, çatışma ve sorunları da beraberinde getirir.
Aile içi ilişkilerde çocuklar anne babalarında bulundukları yaşlara göre farklı davranışlar görebilirler. Anne baba küçük yaştaki çocukların davranışlarına daha az kalıcı özellikler atfederken , çocuklar büyüdükçe davranışları daha kalıcı kişilik özellikleriyle nitelendirilir. Ayrıca aile eğitim ve kültür düzeyine göre de çocuğun tutum ve davranışlarını, kişilik özelliklerini çocuğun cinsiyetine, fiziksel yapısına ya da alışkanlıklarına bağlayarak önyargılı davranabilir. Örneğin erkek çocuğun daha haşarı olduğu, şişman çocukların tembel olduğu ya da kız çocukların aileye daha bağlı olduğu şeklindeki ön yargılar anne babaların çocuklarını hatalı olarak değerlendirmelerine neden olabilir. Oysa anne babanın çocuklarına yönelik değerlendirmeleri çocukların da kendilerini algılama ve değerlendirmelerini, dolayısıyla aile içi etkileşimlerini etkilemektedir.
Bir ailede eşlerin evlilik ilişkilerinde mutlu olup olmamaları da çocuklarına olan tutumlarını etkilemekte, evliliklerinde sorun yaşayan çiftlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinde de sorunlar olmaktadır. Bu da çocukların gerek ruhsal gelişimlerini, gerek okul başarılarını, gerekse de sosyal gelişimlerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
Ergenlik döneminde ergenin arkadaşlarıyla geçirdiği zaman artmakta ve arkadaşlarının etkisinde çocukluk döneminde olduğundan çok daha fazla kalmaktadır. Ancak ergenlerin arkadaşlarından etkilendikleri konular sınırlıdır ve anne-baba okul, meslek seçimi ve gelecekle ilgili konularda önemli bir başvuru kaynağı olmaya devam etmektedir.
Diğer yandan eski çağlardan bu yana gençlerle anne babalar arasında kuşak çatışmaları olagelmiştir. Bir kuşak veya bir nesil yaklaşık 25-30 yıllık bir süreci kapsamaktadır. cdeğerlere sahip olması başlı başına bir uyumsuzluk ve çatışma nedenidir.
Gencin bir yandan kimlik gelişimini tamamlama, kendini kanıtlama ve bağımsızlığını kazanma ihtiyacı, diğer yandan ekonomik anlamda bağımsız olmayışı, bu durumun yetişkinler tarafından tam olarak kavranamamasının yol açtığı sorunlar da bir diğer önemli bir çatışma alanıdır.
Lise son sınıf öğrencilerinde yapılan bir araştırmada gençlerin anne-babaları ile en çok çatışma yaşadıkları alanların şunlar olduğu belirlenmiştir.
-
-
-
- Anne baba tarafından eleştirilmek
- Sağlık durumları ile aşırı ilgilenilmesi
- Evde temizlik konusunda çok titiz davranılması
- Bir konunun çok uzatılması
- Aşırı şekilde nasihat verilmesi
- Üstlerine çok düşülmesi
- Anne-babanın onu anlamaması
- Akşamları eve geç gelmeye izin verilmemesi
- Evde azarlanması
- Anne babanın her şeyini öğrenmek istemesi
- Anne baba tarafından dağınık olduğunun söylenmesi
- Okuldaki ders başarısının tenkit edilmesi
- Ailesinin ona baskı yapması
- Anne babanın yanında tartışması
Ergenlikte arkadaşlık ilişkileri
Ergenlikte arkadaşa verilen değer önem kazanmaktadır. Ergenlik başlarında kızlar ve erkekler vücutlarındaki değişimleri tartışabilecekleri, duygusal durumlarını paylaşabilecekleri az sayıda arkadaşa ihtiyaç duyarlarken, buluğ çağını izleyen yıllarda arkadaş çevresi giderek genişler ve insan ilişkileri ile ilgili deneyimler artar. Sağlıklı bir sosyal gelişme için ergenlerin akranlarıyla beraber olmaya ihtiyacı vardır. Bu dönemde anne babanın ve diğer yetişkinlerin dünya görüşleri reddedilir, içinde bulunduğu arkadaş çevresinin değerleri ve dünya görüşü önem kazanmaya başlar.
Anne baba ile çocuk arasında ebeveyn otoritesine dayalı bir ilişki var olup ebeveynler yol gösteren, doğruları söyleyen ve karar veren konumdadır. Oysa akranlarla kurulan ilişkiler daha eşitlikçi bir sosyal teması gerekli kılar. Akranlar eşit bilgiye ve yetkeye sahiptir. Akranlarıyla kurduğu ilişkide genç eşitlikçi bir sosyal ilişki kurmayı, diğerlerine güvenmeyi, kendi düşüncesini ifade etmeyi ve diğerlerinin düşüncelerini hoşgörüyle karşılayabilmeyi öğrenir. Aynı zamanda ergen aileden gelen değer yargıları ile arkadaşlarından gelen değer yargılarını birbiriyle uyumlu kılma çabası içindedir.
Gencin belli bir alanda beceri ve yeteneğinin olması arkadaşları tarafından daha kolay benimsenmesine ve diğerleri arasında öne çıkmasına neden olabilir. Grup tarafından kabul görme, gencin kendine olan güveninin pekişmesini, duygu ve düşüncelerini daha rahat ifade etmesini, başkalarının etkisinde daha az kalmasını sağlar. Arkadaşlarınca benimsenmeyenler grubun etkisinde daha kolay kalabilir. Kendilerine güveni yeterince gelişmeyen gençler de arkadaşlarının telkinlerine daha açık olurlar.
Grubun ergen üzerindeki etkisi
Herhangi bir grubun bir arada geçirdiği zaman arttıkça grubun bütünlüğü artar, bu grup üyelerinin birbirlerini tanımalarını kolaylaştırır, tanımak da arkadaşlık ilişkilerini doğurur. Arkadaşlık ilişkilerinin artması, gruptakilerin yardımlaşmaları, iş birliği yapmaları grubun bütünlük beraberlik duygusunu pekiştirirken, gruba ya da üyelerden birine yönelen bir tehlike de gruptakileri bu tehlikeye karşı birleştirir. Gruplardaki sözü geçen ve önde gelen kişilerin karekter özellikleri de grubun bütünlüğünü etkiler. Otoriter, baskıya dayalı tutumlar grupta birliği bozucu bir etkiye yol açarken, eşitlikçi ve demokratik tutumların grubun bütünlüğünü arttırdığından söz edilmektedir.
Grubun bazı öğrenme durumlarında bireyin öğrenme isteğini ve gücünü arttırdığı ve öğrenilmiş bir konunun grup içinde tekrarının öğrenmeyi kolaylaştırdığı görülmüştür. Ayrıca grup ortamı rekabeti de arttırmaktadır.
Grubun insana en önemli etkilerinden birisi grup arzusuna uyumdur. Grupta yer alan insanların bir örnek davranma eğiliminde olduğu gözlenmiştir. Ergenlerin gruplarında da üyeler benzer davranma eğilimindedir. Bu durum ortak tavır ve hareketlerde, giyimde, dinlenilen müziğin türünde, konuşmada da gözlenebilir. Sosyalleşmenin itici gücü grup arzusuna uyumdur. Gruptan bireylere adeta “bizim gibi ol” mesajı gitmektedir.
Her grubun kendine has sosyal bir havası vardır. Ergenlerden oluşan arkadaş gruplarında da zamanla ve arkadaşlık ilişkilerinin artması ile bütünlük duygusu artabilir. Bu gruplardaki birbirlerine bağlılık bir bakıma “biz ” duygusunu ortaya çıkarır ve bazen kendi grubundan olmayan diğerlerini başkaları olarak niteleyip dışlayabilir, bu da gruplar arası zıtlaşma ve çatışmaları doğurur.
Okul ve ergen
Okul öğrenciler için yeni bilgiler öğrendikleri ve eğitildikleri bir yer olduğu kadar, insan ilişkileri ile ilgili becerilerini geliştirebilecekleri bir ortam, adeta sosyalleşme için bir deney yeridir. Öğrenciler genellikle arkadaşları tarafından onaylanan ya da dikkat çeken davranışları benimseme ve tekrarlama eğilimindedir.
Gerek ailede gerek okulda çocuğun yetişkinlerle kurduğu ilişki yapılandırılmıştır. Öğretmen öğrenci arasındaki ilişki çocuğun yaşına, zekasına, okul başarısına, içinde bulunduğu ailenin sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyine olduğu kadar öğretmenin öğrenciye yönelik tutumlarına da bağlıdır. Öğretmenlerin tutum ve davranışlarının öğrenciye değer veren, saygı duyan, onu peşinen yargılamadan olumlu bir insan olarak ele alan, ona karşı içten ve dürüst davranan ve onunla enpati kurabilen özellikler taşıması son derece önemlidir.
AHLAKİ GELİŞİM
Ahlak iyi ve doğru davranışlar bütünü olup, insanların uymakla sorumlu oldukları davranışlar ve kurallardır. Hangi davranışın iyi olup olmadığı bireyden bireye, aileden aileye ya da toplumdan topluma değişebileceği gibi tarihin farklı dönemlerinde de değişmiştir.
İnsanlar arasında ahlaki değerlendirmeler ve ahlaki seviye bakımından farklar olmakla birlikte bütün insanların üzerinde anlaşabilecekleri adalet ve eşitlik ile çelişmeyen , adil olan insanların üzerinde ortak olarak birleşebilecekleri değerler de vardır.
L.Kohlberg, insanların ahlaki bakımdan bir gelişme içinde olduklarını, bu gelişmenin yaşa ve zihinsel olgunluğa bağlı olarak aşama aşama gerçekleştiğini belirtmektedir. Kohlberg altı aşama belirlemiştir:
I. Gelenek öncesi aşama:
1.Bağımlı evre: Kişi kendi benliği ile ilgilidir. Kendinden daha güçlü olarak algıladığı otoriteye boyun eğme ve cezalandırılmaktan duyulan korku nedeniyle otoritenin koyduğu kurallara uyulması temel özelliktir. İyi davranış bireyin istediği ve hoşuna giden onun ihtiyaçları ile örtüşen, ona zarar vermeyen davranıştır.
2.Bireycilik ve çıkara dayalı alış-veriş evresi: Kişi etrafındaki insanlarla tek yönlü bir ilişki içindedir. Bu aşamada temel arzu bireyin kendi ihtiyaçlarının tatmin edilmesidir. Doğru davranma ihtiyaçlarını karşıladığı sürece kurallara uymaktır. Bireyler arasında ihtiyaca dayalı alış-veriş yapılabilir. Çıkarlar çelişse de herkes kendi çıkarını korumayı amaçlar.
Gelenek öncesi düzeye ait ahlaki tutum ve yargılar 9 yaşına kadar olan çocuklarda ve bazı yetişkinlerde görülür.
II. Geleneksel aşama:
3.Karşılıklı kişilerarası beklentiler, bağlılık ve kişilerarası uyum aşaması: Bu aşamadaki birey grupla ilgilenir ve grup normlarına uyum aşamasındadır. Doğru davranış başkalarıyla ilgilenmek, iyi olmak, sadık ve güvenilir olmaktır. Grubun beklentileri doğrultusunda ve grubun kurallarına uygun davranmak önemlidir. Bu aşamada insan davranışları hareketinin sonuçlarına göre değil, niyete göre değerlendirilir.
4.Sosyal sistem ve vicdan aşaması: Bu evrede birey toplumdan gelen görev ve kuralları kabul eder, toplumun haklarını korumayı amaçlar. Doğru davranış toplumun ve grubun refahı doğrultusunda davranmak, sosyal düzeni korumaktır.
İkinci düzeyin üçüncü ve dördüncü evreleri 9 ile 15 yaş arasındaki çocuğun ve birçok yetişkinin ahlaki yargısını belirler.
III.Gelenek ötesi, prensiplere dayalı düzey:
5.Sosyal anlaşma, yararlılık ve bireysel haklar evresi: Bu evredeki bireyin toplumun üstünde bir bakış açısı vardır. Kanunlara sosyal bir anlaşma olarak çoğunluğun haklarını koruyacağı için uyulur. Gerektiğinde kanunlar değiştirilebilir. Grubun kanunları ile çelişse de toplumun temel hak ve değerlerini korumak bu devrenin temel özelliklerindendir. Topluma yararı olacaksa yasaların değiştirilebileceğine inanılır.
6.Evrensel ahlaki prensipler evresi: Bütün insanlığın uyması gereken ahlaki prensiplere göre davranmaya yönelirler. İnsan haklarına, insan onuruna saygılı davranılması gerektiğini düşünürler. İnsanlar araç değil, amaçtır. Ahlaki ilkeler, kurallardan farklıdır. Kurallar özeldir, ahlaki ilkeler geneldir. En önemli ahlaki ilke adalet, eşitlik ve başka insanların haklarını korumaktır.
İnsanların çok azının bu ahlaki düzeye ulaşabildikleri, filozofların, bilge kişilerin ve büyük din adamlarının bu seviyede düşünebildikleri bildirilmektedir.