AW-11189518860 Aile Evlilik Çift Danışmanı Dr. Ekrem Çulfa Koçluk ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi 0533 3738123
Psikolojik Danışman Pedagog Vildan Sezgin
vildan_sezgin79@hotmail.com
ÖNCEDEN KAPATILMIŞ BENLİK VE İLETİŞİMDEKİ OLUMSUZ SONUÇLARI
12/08/2012 ÖNCEDEN KAPATILMIŞ
BENLİK VE İLETİŞİMDEKİ OLUMSUZ SONUÇLARI Niçin anlaşılmayı
bekliyoruz? Çocukluğumda ne kadar rahattım. İçimde iki,üç kişi birden
konuşmazdı. Bir tek kişiydim ve sadece kendi yaşantımdan haberdardım. Sonra herkes bana neyin iyi neyin kötü olduğunu söylemeye
başladı. Konuk geldiği zaman niçin konuşmuyorsun,bak sana adını
soruyorlar! derken,yarım saat sonra, Küçükler çok konuşmaz!`diye azarladılar. Böylece ben ,iki
ben oldum. Benler`den birisi bir şey yaparken öteki ben sürekli onu
ayıpladı. Neleri sevmem, nelerden hoşlanmam gerektiğini,biri diğerine söylemeye
başladı.Ama çoğu kez birbiriyle anlaşamıyorlardı.Bu tartışma hala içimde sürüp
gidiyor. Çocukken ben bendim ve iyi bir bendim. Büyüdükçe,dışarıdaki otoriteleri temsil eden ben de sesini
duyurmaya başladı.O zaman kafam iyice karıştı,çünkü bir tane değil,o kadar çok
otorite vardı ki dışarıda... Doğru dürüst otur kızım, Burnunu odadan çıkıp öyle
temizle,Şunu yapma dedim,ayıptır! Vah zavallı, daha çatal bıçağı nasıl kullanacağını
öğrenememiş, Geceleri tuvalete çıkınca sifonu çek, yoksa kokar! Gece tuvaletin
sifonunu çekme, uyuyanları uyandırıyorsun! İnsanlara terbiyeli davran,onları
sevmesen bile,kalplerini kırmamaya bak!Dürüst ve açık kalpli ol,yalan söyleme! İnsanların yüzüne onlar hakkında ne düşündüğünü söylemezsen, bu korkaklıktır. Bir meslek sahibi olmak hayatta en önemli şeydir, Hayatta en önemli şey evlenmektir. Başkalarına o kadar önem verme, Herkesin seni sevmesi en önemli amacın olmalı, Aklından geçen şeyleri kimse yüzünden ve sözünden
anlayamamalı, En önemli şey girişken olmaktır. Bir ben nasılsa öyle
kalmak ister,halinden memnundur.Fakat o ben memnun olduğu zaman ,öteki ben
`Hadi çalış,işe yarayacak bir şey yap,der. Ben bulaşıkları yıkamaktan hoşlanır. Öteki bene göreyse
bu,`Aman ne tuhaf!`tır. Ben insanlarla birlikte olmaktan ama onlarla konuşmadan
vakit geçirmekten hoşlanır. Öteki ben,Konuş der.Konuş,konuş,konuş!`Ben in
kafası iyice karışır. Nesnelere sahip
olmaktan çok, onlarla oynaması hoşuna gider. Ama ,`Böyle gidersen adam olmazsın,yiyecek
ekmeğe muhtaç kalırsın,`diye karşı çıkar diğer ben. Ben vermekten hoşlanır; eğer birisinin bir şeye ihtiyacı
olduğunu hissederse verir.`Ne yapıyorsun sen niçin veriyorsun? kendine sakla
sana hiçbir şey kalmayacak!`der öteki ben (Steven;1975 akt;Cüceloğlu) HANGİ BENLİK TİPİNDEN HAREKETLEİLETİŞİME GEÇİYORUZ? İletişime geçtiğimizde hangi benliğimizi kullanıyoruz? Duygu
ve düşüncelerimizin oluşumunda, beden dilimizle verdiğimiz mesajlarda hangi
kişisel ve sosyal faktörler etkili oldu? Kalıtım ve öğrenme yoluyla gerek
ailemizden gerekse yaşamış olduğumuz çevreden kişilik özelliklerimizi
kazanırız. Kendi içsel konuşmalarımız bizim algı çerçevemizi oluşturur. Öğrendiklerimiz ve bize gelen mesajlarla
kendimiz hakkında fikir yürütürüz. Kişinin kendisi hakkında oluşturduğu yargıya
da benlik bilinci adı verilir. Benlik bilincimizin temeli ailemiz tarafından çocukluk çağımızda ( bir-beş yaş) oluşmaya başlar ve ergenlik dönemiyle
birlikte gelişmektedir . Değişik kimliklerin denendiği bir maraton sonucu kişi kendi öz benliğine
kavuşur . Bazıları benlik arayışına hiç girişmezler , anne babalarının
kendileri için hazırladıkları benliği sorgusuz bir biçimde başka seçenekleri
araştırmadan olduğu gibi benimserler. Böylece kurallara bağlı tutucu bir kişilik
kazanmış olurlar. Buna önceden kapatılmış benlik adı verilir. Kendi benliklerini keşfedemeyenler yaşamları
boyunca hiçbir düşünce yapısı ve kişi ile bağlılık ilişkisine girişemezler. Kim
oldukları, ne yapmak istedikleri ne gibi
değerlere önem verdiklerine ilişkin düşüncelerinde belirsizlik vardır.
Benliklerini bulmuş kişilerin kendilerine ilişkin daha olumlu duygular
taşıdıkları, başkalarının kendilerini tanımasından daha az rahatsızlık
oldukları ve sosyal ilişkilerinde kendilerini daha az odak noktası olarak
gördükleri tespit edilmiştir. Kısaca iletişimle birlikte benlik bilincimiz oluşur.
İletişim sayesinde diğerlerinin gözüyle
kendimize bakabiliriz . Benliğimiz
oluştuktan sonra diğerleriyle olduğu gibi kendimizle de iletişim kurabiliriz. Fakat toplum içinde
sağlıklı bir birey olabilmek için toplumsal iletişimden kendimizi
soyutlayamayız. Bireyin kendisi ve toplumsal davranışları hakkındaki yargısını belirleyen şey onun başkalarının kendisi için ne düşündüğünü bilmesidir. Başkalarının bizim hakkımızdaki değerlendirmeleri ve kendi algılayışımızla uyuşuyorsa olumlu bir benlik kazanırız. Olumsuz bir benlik ise kendilik kavramımızı zayıflatır. Kendini değersiz bulan kişiler küçükken sürekli olarak kendilerinden daha zeki olduğu söylenen kardeşleri ya da arkadaşları ile kıyaslanmışlardır. Kendilerini “akılsız”, “ahmak” bilerek büyümüşler arkadaşları tarafından alay edilerek koşullandırılmışlardır. Kimine “şişko” denmiş kimine de gözlük taktığı için “dört göz” adı verilmiştir. Yapılan araştırmalara göre reddedilen çocukların , sosyal algı ve sosyal sorunları çözme beceri düzeylerinin de düştüğü bilinmektedir. Çocukların sevilip sevilmemelerinin de fiziksel becerileri ve annelerinin sosyal sorun çözme becerileri ile ilişkili olduğu görülmüştür.(N.Hortaçsu;2003) Örneğin Kendisini “kötü bir öğrenci” olarak tanıyan bir öğrenci sınıftaki başarısızlığına dair bir çok neden bulur. Fakat bu kişinin davranışını yakından gözlerseniz , onun iyi bir öğrenci olmaktan adeta çekindiğini fark edebilirsiniz. Çünkü kötü bir öğrenci olmak onun benlik bilincine uyar. İyi bir not alabilmesi de ancak bu kısır döngüyü kırıp gerçek potansiyelini ortaya çıkarabileceği sağlıklı bir ortamda benliğini yeniden inşa etmesine bağlıdır.
Tüm canlılar hayatta varlığını sürdürebilmek için bir var
oluş çabası içindedirler. Bu çabalayış sırasında yalnız kalmamak için çevremizdekilerle
sürekli bir iletişim içerisinde oluruz. İletişim sadece haberleşme değildir.
İletişim bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma sürecidir. İletişim, iletilen
bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda bilginin bir
göndericiden bir alıcıya aktarılma sürecidir. İletişim tüm tarafların üzerinden
bilgi alışverişi yapılacak ortak bir dili anlamalarına ihtiyaç duyar. Bilgi
alış verişi sayesinde ne istediğimizi duygularımızı ve bizden beklenileni ve
nasıl davranacağımızı belirlemiş oluruz.
Nitekim anlamak ihtiyacına doğuştan sahibiz. Anlamak kadar tabi ki
anlaşılmak da bir ihtiyaçtır. Fakat kişiler arası iletişimimizde hangisine
öncelik vermemiz gerektiğini bazen fark edemeyebiliyoruz. Sağlıklı bir iletişim
için öncelikle kendimize “beni anlamıyorlar”
yerine “ben anlıyor muyum?” sorusunu sormak yerinde olacaktır. Biliyoruz
ki doğru anlamak ve anlaşılmak için iki düşünüp bir konuşmalıyız. İki kulağımız
bir ağzımızın olmasının hikmetini de burada arayabiliriz. Ne renk olursa olsun gözün rengin,
karşındakinin gördüğüdür gözün rengin. Yunus Emre bu güzel vecizeyle
algıladıklarımızı akıl süzgeçlerimizden geçirerek yaptığımız kendi öz
yorumlamalarımız olduğunu anlatmıştır. Çoğumuzda başkalarının yaşam tarzını
kendi öz yaşamımızla değerlendirme eğilimi vardır. Bu algılayış benmerkezci
yaklaşımı benimsemiş olmaktan gelmektedir.
Oysaki herkesin dünya görüşü, beklentileri, aileden almış olduğu eğitime ve yaşadığı
sosyal çevresine göre değişmektedir. Yani karşımızdakini anlayabilmenin ön
şartı onun farklılıklarını kabul etmektir. Varlığını onamaktır. En çok iletişim kazalarına neden olanlardan biri de konuyu
anlamadan teşhis koyma eğilimidir. Kendisine anlatılan sorunu ya da
kişiyi; bulunduğu durum, zaman,
ortam ve yaşanılan duyguları kendi içinde değerlendirmeden peşin
hükümler vermek yanlış anlaşılmalara pişmanlıklara sebep olabilir. Buna kısaca
psikolojik gürültü yani söyleyenin
anlamından başka bir şekilde yorumlaması diyebiliriz. İnsan ilişkilerindeki
kopmanın temelinde bu gürültü yatar. Boşanmaların, kırılmaların, küsmelerin ve
evi terk ederek kaçmaların altında yanlış
anlama ve yorumlamalar, başka bir ifadeyle psikolojik gürültü yatar. Eğer
değerlendirmelerimizi sadece kendi gözümüzle değil de toplumun ya da ötekinin gözlükleriyle
de yaparsak iyi bir iletişim gerçekleştirmiş oluruz. İletişim içindeki taraflar
birbirlerini, beklentileri doğrultularında tanımladığı sürece aksamadan devam
eder. İletişimde alınan ve verilen mesajların birbiriyle ilişkili
olması gereklidir. Günlük yaşamdaki
yorgunluk, aşırı stres, yanlış anlama, dikkat dağınıklığı sebebiyle ilişkiler
bozulabilmektedir. Eğer bu aksaklık uzun süre devam ederse ruhsal dengede bir
bozukluk belirtisi ortaya çıkabilir.( D.Cüceloğlu; 1993) Sağlıklı insanlar için
gönderilen mesajın hedefe doğru bir biçimde aktarılması önemlidir. Birbirlerini
görmeyen iki kişiden sadece biri konuşma olanağına sahipse ya da bedensel
anlamda var olup düşünceleri ile başka bir boyutta ise bu bir iletişim olmaktan
çıkar ve sadece iletiş söz konusu olur. Bazı kişiler ise sadece anlaşılmayı
bekledikleri için karşısındakine konuşma fırsatı vermeden pasif bir şekilde
dinlenilmesini ister. İletişimden değil de kendi iletimlerinden zevk alırlar.
Oysaki karşımızdaki kişi ile iletişime geçmek için öncelikle ona ilettiğimiz
mesajlar hakkında geri bildirimde (feedback ) bulunma fırsatı vermeliyiz.
Etkin bir iletişim için her şeyden önce karşımızdakini
sabırla dinlemeyi öğrenmeliyiz. Kişisel
ön yargılarımızla peşin hüküm vermeden erken teşhis koymadan nötr bir biçimde dinlemek
karşımızdakini anlamak için yeterli olacaktır. . Karşımızdakini anlıyormuş gibi
davranarak aslında dinlemiyor olmak yani görünüşte
dinleme, dinlerken algıda seçiciliği etkin kullanarak sadece
dikkatini çekeni almak, karşısındakini alt etmek için kullanılan tuzak kurucu dinleyicilik, çözüm odaklı
olmayan sadece konuşulanlarda kalan yüzeysel dinleme;
anlaşılmayı engelleyen karmaşayı ve yanlış anlaşılmaları
arttırtan iletişim hatalarındandır. Aktif bir dinleyici ise karşısındaki kişiyi
anlayabilmek sorununa çözüm üretebilmek için “doğru ya da yanlış olarak
yargılamadan kendisine ayna tutarak problemin çözüm yolunu kendisinin
keşfetmesini sağlar. Eğer karşımızdakine akıl verici doğrultuda doğru bile olsa
yargıda bulunursak karşımızdaki de buna paralel olarak savunucu bir iletişime geçer
ve durumun sadece olumlu yönlerini anlatmaya yönelir. Kaçınılmaz bir sonuçla
zarar verici yanlış kararlar ve yanlış anlaşılmalar ortaya çıkabilir. Aile uzmanı, Brigham Young Üniversitesinde öğretim görevlisi
Stephen R.Covey, anlaşılmayı belemek yerine anlamayı, sempati yerine empatiyi güzel bir örnekle
açıklamıştır. İletişim modellerimizde birine yardım etmek için çaba sarf etmek
teşhis koymak yerine bulunduğu durumda
onu sadece anlamak için dinlemenin yeterli olacağını çok iyi biçimde anlatan
bir diyalog. Gözlerinden rahatsız bir adam şikâyetlerini kısaca dinledikten
sonra kendi gözlüğünü hastaya takıyor. Çok geçmeden hasta bu gözlükle hiçbir
şey göremediğini söylüyor. Dr. da hastaya” bu gözlüğü 10 senedir kullanıyorum
bu çok işime yarıyor, biraz daha deneyin ” diyor. Hasta her şeyin bulanık olduğunu
ve onu takmak istemediğini söylese de Dr. olumlu düşünmesini istiyor ve “amma
da nankörsünüz. Size yardım etmek için
bunca çaba harcadım” şeklinde azarlıyor. Tedaviden önce teşhis koymayan birine
güvenemeyeceğimiz için tekrar yardıma ihtiyacımız olduğunda bu doktora gitmeyeceğimiz
malumdur. Lakin iletişim kurarken, öneride bulunmadan önce
ne kadar sık teşhis koyuyoruz! Çoğumuz kendi yaşam öykümüzle
farklı olduğumuz düşüncesiyle anlaşılmak isteriz. Konuşmalarımız kollektif
monologlara dönüşür ve karşımızdaki kişinin içinden neler geçtiğini hiçbir
zaman tam olarak anlayamayız. Başka biri konuşurken onu genellikle dört düzeyden birinde dinleriz. Bu kişiyi umursamıyor, aslında onu hiç dinlemiyor
olabiliriz ya da dinliyormuş gibi yapıyor olabiliriz. Seçerek
dinliyor, konuşmanın
belirli bölümlerini duyuyor olabiliriz. Hatta dikkatle
dinliyor, ilgi gösterip enerjimizi söylenen sözlere yöneltiyor
da olabiliriz. Ama pek azımız empatiyle dinlemeyi kendisini karşındakinin
yerine koyarak dinlemeyi sever. Empatiyle dinlemek karşı tarafı değer yargısını işin içine
katar. O mercekten bakar dünyayı onların gördüğü gibi görür. Onların
paradigmasını ve ne hissettiklerini anlarsınız.
Empati sempati değildir. Sempati bir tür onaylama bir tür yargıdır. Kimi
zaman daha uygun düşen yanıttır. Ama insanlar çoğu zaman sempatiyle
beslenir. Empatiyle dinlemenin özü
karşımızdakinin fikrini onaylamanız değildir. Onu tam anlamıyla derinlemesine
hem duygusal hem de zihinsel
açıdan anlamanızdır. Empatiyle dinlemek söyleneni kaydetmek,
yansıtmak, hatta anlamaktan çok daha fazlasını gerektirir. Aslında iletişim
uzmanlarına göre söylediğimiz sözler
iletişimimizin yüzde onunu temsil etmektedir. Yüz de otuzunu
çıkardığımız sesler, yüzde altmışını ise vücut dilimiz temsil eder. Empatiyle dinlemede, kulaklarınızla
dinlersiniz ama aynı zaman da daha da önemlisi gözlerinizle ve yüreğinizle de
dinlersiniz. Hem sağ hem sol beyninizi kullanarak sezer, hisseder ve içgüdülerinizden
yararlanırsınız. Kendi otobiyografinizi yansıtıp düşünceleri, duyguları, dürtü
ve yorumları varsaymak yerine karşınızdaki kişinin kafasındaki ve yüreğindeki
gerçeklikle ilgilenirsiniz. Anlamak için dinlersiniz. Odak noktanız başka bir
insan ruhunun derin iletisini almaktır. Empatiyle dinlemenin derin bir terapi ve
tedavi etkisi vardır. Çünkü karşınızdaki kişiye psikolojik solunum olanağı
verir. Bir insanın fiziksel yaşamını sürdürmek dışındaki en büyük ihtiyacı
psikolojik yaşamını sürdürmek; yani anlaşılmak, onaylanmak, değer verilmek,
takdir edilmektir. Motivasyonu sağlayan sadece karşılanmamış ihtiyaçlardır. Bu
yaşamsal ihtiyaç karşılandıktan sonra, odak noktanız etkilemek ya da sorun çözmek
olabilir. Önce anlamaya çalışmak, reçete yazmadan önce teşhis koymak
zordur. Kısa vadede bunca yıldır işinize
yarayan bir gözlüğü karşınızdakine vermek çok daha kolaydır. Doğal olarak elde
edeceğiniz sonuçlar da kendinizi anlatmaktan başka bir şey olmayacaktır. Doğru
ve sağlıklı bir iletişime öncelikle benlik bilincimizi potansiyellerimizi keşfederek
yeniden oluşmasına fırsat vererek çevreden aldığımız olumsuz mesajları benliğimize
atfetmeden başlayabiliriz. Kendimizi özümüzde kabul ettikten sonra kabul
çizgilerimizi başkalarına karşı da genişletmiş olacağız. Unutmayın ki kendi
kodunu çözmüş kişiler başkalarından anlaşılmayı beklemeyerek anlama odaklı olan
erdemli insanlardır.
KAYNAK; D.Cüceloğlu ; “Yeniden İnsan İnsana”1993,İstanbul; Remzi
Kitapevi S.R.Covey ; “Etkili insanların 7 Alışkanlığı” 2006; Varlık
Yayınları Ü.Dökmen ; “iletişim Çatışmaları ve Empati”2006; Sistem
Yayıncılık N.Hortaçsu; ” İnsan
İlişkileri”2003; İmge kitapevi |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
TUVALET EĞİTİMİNDE ANNE VE BABANIN DESTEĞİ - 02/08/2012 |
TUVALET EĞİTİMİNDE ANNE VE BABANIN DESTEĞİ Tuvalet Eğitiminin Zamanının Geldiğini Gösteren Belirtiler |